Merhaba dostlar,
Bugün de sık sık görmezden geldiğimiz, bazen karşılığını-hakkını bilerek veya bilmeyerek vermediğimiz, boşa harcadığımız veya boşa giden; karşılığını bulmasıyla sevindiğimiz, boşa götürülmesiyle hayıflandığımız kutsal değerlerden biri olan EMEK hakkında bir şeyler karalamak istiyorum.
Türk Dil Kurumu sözlüğü Emeği
“Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü, mesai, zahmet:
Uzun ve yorucu, özenli çalışma:
İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci.” olarak nitelendiriyorsa da bence Emek, hayatın temeli, yaşama vasıtasıdır. Varlığın, hayatın kendisiyle bir bütündür.
Var olan her birey emeğin birer parçasıdır. Emek denince her ne kadar kol gücü, fiziki uğraşı akla geliyorsa da aslında EMEK, DÜŞÜNCENİN EYLEME KONULMUŞ, FİİLİ HALİDİR.
Çaba ise sözlük anlamı olarak “Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, gayret, ceht, efor” şeklinde tanımlanıyor. Çaba, emeğin enerji ve süreç boyutunu ifade eder. Bir öğretmenin sınıfta ders anlatması bir emek olduğu gibi, onu dinleyen öğrencinin sarf ettiği çaba da bir emektir; aynı zamanda hocayı dinlemeyip başka bir şey ile meşgul olan öğrencinin sarf ettiği çaba da bir emektir. İlk ikisi olumlu anlamda ortak bir amaca yöneliktir ama ders dinlemeyen öğrencininki de emektir, fakat amacı-uygulanışı farklı yöndedir.
Emek, her alandadır. Benim bu yazıyı yazarken, sizin okurken ayırdığınız vakit de emek ile ilintili bir durumdur.
Hayatta kalabilmek için herkes, hareket eden her canlı, mutlaka bir çaba-efor sarf eder. Bir amaca, üretime, işe yönelik olmayan emek, burada anlatmaya çalıştığımız emek değildir. Örneğin: nefes almak, yemek yemek, tuvalete gitmek, giyinmek, yıkanmak gibi fiziksel aktiviteler her ne kadar bir çaba-uğraş gerektiriyorsa da emek değildir.
Kralından dilencisine kadar her insan ister hobi, isterse maddi-manevi bir karşılık için olsun mutlaka emek sarf eder. Ancak, herkes mutlaka yüzde yüz başarılı olmak zorunda değildir. Zaten olamaz da… Herkes yaptığı öğrenim, aldığı eğitim ve tecrübelerinin bileşimi olarak emeğini işe, sanata, üretime çevirir.
Emeğin kalitesi ve başarısı da üretimin kalitesi-başarısı olarak karşımıza çıkar. Bir stajyer, bir çırak elbette ki ustasından, hocasından, uzmanından daha iyi iş çıkaramaz ama o iş için harcadığı çaba, özen, dikkat, kısacası emek takdire değerdir. Takdir edilen, hakkını-karşılığını bulan emek, üreten kişi için tecrübeye, bizim için hasılaya dönüşür. Elbette fiyat veya ederi olarak bir çırağın üretimi ustasınınki kadar maddi karşılık bulamaz ama o da en az ustasınınki kadar değerlidir, kutsaldır, takdir edilmeye değerdir.
Emeğin toplum ve kişi nazarında değerli olabilmesi için mutlaka ama mutlaka o uğraşının sanatın, toplumun, kişinin kendisinin gelişmesi yönünde olmalıdır. Bir kişi çok ustaca yankesicilik, kalpazanlık, hırsızlık yapıyor diye ödüllendirilmeyi bekleyemez. Onu da herhalde yankesiciler, hırsızlar takdir eder. : ))
Günümüzdeki Makyavelist anlayışa dayanan ticaretin, üretimin veya o kafadaki idarecilerin “Ben geminin kazasız belasız limana getirilip getirilmediğine bakarım. Okyanusta atlattığı badireler beni ilgilendirmez” demeleri emeğe saygısızlığın, dürüst çalışmaya değer vermemenin en bariz göstergesidir. Onlar bilmezler ki yarın okyanusta kendileri kaybolacaklardır.
Büyük bir holdingde üst düzey yönetici olan bir tanıdığım kendi şirketlerinde taşeron firmaya bağlı olarak asgari ücretle çalışan gariban işçilere kıdem tazminatları kendilerinde olduğu için ihaleyi yeni alan şirkete geçebilmek, işine devam edebilmek için önceki şirketlerinden istifa ederlerse ancak yeni şirkette işe başlayabileceklerini söylüyor ve işçilerin birçoğu hak edilmiş olan kıdem tazminatlarından vaz geçmek zorunda kalıyorlar. Burada malum kişinin şahsi olarak herhangi bir maddi çıkarı yok ama şirketine iyi para kazandırmış oluyor. Araya giden, o gariban işçilerin emekleri-hakları oluyor. Bunun günahı-vebali kimin boynuna dersiniz? Makyavelist anlayışla o işçilerin üç kuruşluk tazminatlarına göz diken ve “Bu para nereden geldi? Bu işçiler neden istifaen yeni şirketlerine geçtiler?” diye sormayan üst düzey yönetici mi; yoksa buna alet olan adamları mı?
Sevmek, emek ister; emek de sevgi ister. Gönülsüz, istemsiz veya zoraki yapılan işten hayır gelmeyeceği gibi hem kişinin kendisinin hem de çevresinin huzuru ve yaşam kalitesi bozulur. Yine bir örnek vermeden geçemeyeceğim: Hatay’lı bir teyzemiz vardı. Hataylı olmasına rağmen o yöreye tam zıt yapıdaydı. Soğan, sarımsak, biber yemez, yemeklerine katmazdı. Fakat öyle lezzetli yemek yapardı ki en değme lokantanın baş aşçısı bile onunki ile boy ölçüşemezdi. Sebebini sorduğumuzda verdiği yanıt ilginçti “Ben yaptığım her şeye sevgimi katıyorum. Sevgi lezzettir, sevgi ilgidir, sevgi emektir. Sevgisiz emek, yavan yemek” dedi. İşte o rahmetliyi burada dahi bana anlattıran şey emeğine sevgisini katması ve o sevginin, o ilginin lezzete dönüşmüş halidir.
İşyerinizde ister patron olun, isterse yönetici; sizin için çalışanların emeğine saygı gösterdiğinizde, bir hata yaptıklarında hemen paylamayıp, işin doğrusunu anlattığınızda-öğrettiğinizde ve o işle ilgili olarak harcadığı emeği takdir ettiğinizde inanın iş ortamınız huzurla dolacaktır. Herkes hata yapar, herkes unutur ama emeğe saygı gösterdiğine inanılan bir yönetici asla unutulmaz.
Yukarıda bahsettiğim konular, emeğin hizmet ve sevgi yönünden anlaşılabilmesi için genel ve basit örneklerdi. Bir de emeğin üretim alanında yeri vardır ki üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir konudur.
Emek vereni o nedenle hor görme Başkan! Görme ki, yarın senin de emeğin hor görülmesin. “O ne iş yapıyor ki? Ben daha fazla çalışıyorum” ne demek ya? Onun ne iş yaptığını bilmen için onunla beraber hareket etmen lazım. Öyleyse emeğe saygı duyman ve susman lazım.
Saygılarımla…