GIDISLER-GELISLER

Geldik gelmesine de, geldiğimiz yer nere?

Ne de çok ince teferruata girilmiş? Her şey en ince ayrıntısına kadar tek tek hesap edilmiş.

Ev sahibi bir misafir beklermiş, onun için üç kubbeli bir saray inşa edilmiş. Bu sarayın ısıtma-soğutma, lojistik sistemleri mükemmel bir şekildeymiş. Kapısında milyonlarcası beklermiş. Sadece biri içeri davet edilmiş, gerisi şanslarına küsmüş çekip gitmişler. İçeri kabul edilense gidenlere ne olduğunu hiç bilememiş.

Aslında sadece gelecek misafir için yıllar öncesinden inşa edilmiş bu büyük bina. Uzun yıllar boş kalmış ama tüm hazırlıklar hep eksiksiz, misafir her an gelecekmiş gibi tutulmuş.

Misafir içeri girince birden bire kimyası değişmiş. İçteki özü gitmiş bir özün temeline, benliği değişmiş bambaşka biri olmuş. Öylece bu hane ikiyi bir etmiş. Bu haliyle ancak saray avlusundan iç salona geçebilmiş. İncinmesin diye ayakları, gideceği yolda yosundan da yumuşak halılar varmış.

Geçmiş misafir odasına, kurulmuş bir köşeye. Öylece beklemekte iken içine birden bir titreme gelmiş. Ne bir korkuymuş bu, ne de bir heyecan. Kimse, hiç bir şey hissetmemiş o an. Ev sahibi aklından geçen her şeyi anında fark edip misafir odasındaki bir küçük pencereden anında tedarik ediyormuş. Günden güne gelen ikram ve ihsanların, sanki hiç ardı arkası kesilmeyecek gibiymiş.

Bir gün gelmiş bu üç kubbeli sarayın duvarları harekete geçmiş, duvarın bir yerleri çatırdamaya başlamış. Kubbeler başlamış tek tek çökmeye. Önce bir ses duymuş, “dışarı gel!” diye. Sese doğru giderken bir ışık görmüş. İçeri girdiği kapıya doğru son bir gayretle atmış kendi dışarı doğru. Ve hava dolmuş içine dolu dolu…

Geldiği dünyadan çok farklı olan bu yeni mekânında gezmiş, tozmuş belli bir süre. Anlamaya çalışmış olup biteni etrafında, Bazı şeyler tanıdık gelmiş, bazılarına hiç anlam verememiş.

Bir gün üstü başı kirlenmiş, elbisesi yıpranmış, her şeyi eskimiş. Dönmek için eski haline, gün gelmiş yine girmiş halden hale. Yine bir ışık görmüş, orada bulunan kimsenin göremediği. Önce içine dolan havayı vermiş dışarı doğru, sonra yürümüş kendisini davet eden ve karşı koyamadığı bu büyülü ışığa doğru. En son sesler de yok olmuş, yürür iken geldiği yöne doğru.

Işığın kılavuzluğunda gelince bir kapıya, sormuş biri “Bu ne haldir, nedir bu üzerindeki tortu? Dur hele biz bir temizleyelim onu” Bizimkini almış bir korku “Eyvah!.. Ne haltlar ettik de yedik biz boku? Elbiseyi bıraktık ama içeri girmesin diye koku. Hesap edemedik, bulacaklar diye üzerimde bir tortu.”

Bir başka ses işitmiş kulağında “Üzme kendini, yersiz bu korku. Hiçbir gidip gelen anlamadı; Nedir bu sorgu? Anlayıncaya kadar gidip gelecekler yukarı-aşağı doğru. Anladıklarında görecekler, bütün bunlar bize göre basit ölçekte bir kurgu. İlk durakları aslında bir anaokulu. Neyse, bekle hele bir an. Bakalım tetkik edelim… Tamamdır ruhunun ikmali şu an. Görülürse bir eksiğin, gönderileceksin gerisin geriye ve gireceksin yine o üç kubbeli haneye. Eğer tamamsa, gideceksin bir adım daha ileriye. On sekiz bin âlem var. Daha gideceğin çok yol var. Nereden bileceksin ki evrenin içinde nice uğrak var.”

Metin UYAR

Calgary -Canada