ONURLU YAŞAMAK

İnsan olarak hayvanlarla aramızda içgüdüler, hormonlar, duygular, fiziksel gereksinimler gibi biyolojik ortak yönlerimiz; ayrıca özellikle sosyal hayvan diye adlandırılan, toplu halde yaşayan hayvanlarda görülen yardımlaşma, bir arada yaşama isteği, düşmana karşı ortak savunma, üretimi ve tüketimi ortak ve eşit olarak paylaşma, birbirlerinin yavrularına şefkat ve sahiplenme gibi sosyal ve fizyolojik ortak yönlerimiz de vardır.

Gerçi yukarıda vurguladığımız ortak yönlerden özellikle karıncalar ve arılarda görülen üretim ve tüketimi ortak ve eşit olarak kavgasız paylaşma aşaması henüz insanlar arasında (Sosyalist ülkeler dahil) yerini bulamamıştır. Hâlâ miras paylaşımlarında kardeş kardeşi vuruyor.

Ancak diğer canlılarla aramızdaki ortak alanlar dışında bizi biz yapan, hayvanlarda olmayan, insanları diğer canlılardan ayıran bazı temel değerlerimiz vardır: Onur, insanlık gururu, pişmanlık, empati gibi…

Bence ONUR, insanı insan yapan iç değerlerin başında gelir.  

Sözlüklerde “onur” sözcüğünün anlamına bakınca bu çok açık görülüyor. Onur, güncel sözlükte “insanın kendine karşı duyduğu öz saygı, şeref, haysiyettir”, “başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, şeref, itibar” biçiminde açıklanıyor. Felsefi bir terim olarak “insanın, düşünen, özgür bir varlık olarak taşıdığı değer, insan olarak insanın değeri” şeklinde tarif ediliyor.

Medeni hukuk terimi olarak “şeref, haysiyet” şeklinde ifade ediliyor. Haysiyetin anlamı da “değer, saygınlık, itibar” veya “öz saygı” şeklinde yer alıyor.

Çoğu insan, üzerinde yaşadığımız dünyada konuk olduğunu unutarak ev sahibiymiş gibi davranıyor; kalp kırıyor, gönül yıkıyor, telafisi olmayan hatalar ve yanlışları üst üste yapıyor.  Virginia Woolf’ın dediği gibi “Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin, kimseye kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir yaşamı seçenlerin. Kötülüğü bırak, karıncayı bile incitmeden, dostça, onurlu bir şekilde adam gibi adam olup koşullar ne olursa olsun sevgisini esirgemeyip destekleyenler var.  Var da olacaklar… Sevgi, saygı sizlere gelsin, sizin hayatınız mutlulukla dolsun.

Onurlu insanlara gelsin şu söz “Tanrı, kazandığın parayı güle oynaya yedirmeyi nasip etsin”

Ya “onurum var” deyip yalana yalan demeyen; üç kuruş için değersizleşen kişilere ne demeli? Bu üç kuruşu açalım: bazen zevk için, bazen yemek-içmek için, bazen para için, bazen de şerefi için şerefsizlik yapan üç kuruşluklar, onura davet ediyorum sizi…

Bu saydıklarım yalan dünyanın yalan işleri. Yalan dünyanın yalan olmayan işlerine, parayla-pulla, maddi değerle satın alınamayacak onura bakalım onura… Yukarda saydığım üç kuruşluk emellere ulaşmak için neler yapıyorsunuz, kimi kırıp kimi döküyorsunuz ya da kimin hakkını yiyorsunuz, bunu düşünün. Bu devran mutlaka dönecektir. Bu durumlar için bugün olmazsa yarın sap döner size de girer…

Sosyal medya uğruna önceden kurgulayıp gerçekmiş gibi çektiğiniz o resimler “Al!.. At!.. Ver!.. Şöyle dur!.. Bunu yap, şunu yap!..” (Sözüm doğal paylaşıma içinden gelene değildir) yalana-dolana gerek yok; onurlu ol, istediğin paylaşım gelir merak etme.

“Gel!” dedim, gelmedin. “Git!” dedim, gitmedin. Ne yapayım ben seni, gelmezsen-gitmezsen? Hayat bugün var, yarın yok. Yarın yokmuş gibi kırmadan, dökmeden onurunla şerefinle yaşa. Belki en iyi evde oturamazsın, en iyi arabaya binemezsin, en iyi mekânda içemezsin ama onurunla standart veya eh şöyle-böyle bir evde yaşar, sıradan bir araba sahibi olur, sıradan bir mekânda yer-içersin.

Ne oldu, bir tarafın mı düştü, bir yerin mi eksildi?

Korkma, eksilmez de düşmez de!..  Onurun her daim seni yüceltir Başkan…

Oysa samimi ve içten olmak, sadece o anımızı değil tüm hayatımızı güzelleştiren tek unsurdur. Anlayana…

Onur, sadece kendimize dair duygu ve düşüncelerden ibaret değil, diğer varlıklarla veya insanlarla olan ilişki biçimimize dair bir kavramdır.

Kıssadan Hisse: “Bir delikanlı işsiz kalmış ve iş aramaya gitmiş. ‘Ağanın yanına git, bahçesi sulanacak’ demişler. Ağanın yanında bu gence iş, su taşıması için ip-kova, omuzuna da taşıması için sopa vermişler. Delikanlı işe başlamış. Şans bu ya kovanın biri sağlam biri delik. Sağlam kova hiç su akıtmıyor; diğerinde ise bahçeye ancak yarım kova su geliyor. Bu iş iki sene sürmüş böyle. Sağlam kova, delikli kovaya meydan okumaya, hakaret etmeye başlamış. “Sen zaten ne işe yararsın? Yine bende iş var, bir damla suyu zayi etmeden getiriyorum. Senin getirdiğinin yarısı boşa gidiyor. Sen yarım işlerin kovasısın; hep yarım olarak su getiriyorsun” diyor… Sık sık tekrarlanan bu hakaret ve aşağılamalar delikli kovanın canına tak etmiş… Sucuya “Yeter bu kadar, senin bu sağlam kovandan uğradığım hakaretler artık yeter. Her gün afra, tafra, hakaret… Ben buna dayanamıyorum. Ya kır beni ya da yama. Ne yaparsan yap, yeter ki sağlam olayım… Sucu “öyle mi?” demiş “o zaman bugün su taşımayalım da beraber bir gezelim…” Gitmişler dereye “Buradan bahçeye kadar gidelim” demiş. O zaman tabi yollar dar. Yolda gelirken delikli kovaya “Sen hep omzumun sağ tarafındaydın, öteki de sol taraftaydı. Şu yolun iki tarafına bak! Senden akan sulardan ne güzel güller, yeşillikler, bitkiler büyüdü ama öteki taraf kupkuru.” Bir taraf kuru bir taraf mükemmel, hayat dolu.

Kibirli ve empati yoksunu, onursuz insanlar da bu öyküdeki dolu kovaya benzerler. İşlerini çok iyi yapsalar da mal-mülk yığıp çok zengin olsalar da etrafa bir damla faydaları olmaz. Zira onlar, bir tarafı yaparken diğer tarafı yıktıklarının farkında değillerdir.

Birçoklarının bazı kavramları karıştırdığı gibi kibir, büyüklenme, havalı olma, mağrur duruş “Başkaları ne der?” rezil olurum vs. düşüncelerden kaynaklı küçük görünme korkusunun verdiği gösteriş ve göze sokarmışçasına yapılan iyilik ve yardımların da insanı yüceltme, onurlandırma ile yakından uzaktan ilgisi yoktur.

Günümüzde maddi gelirinin üstünde görünmek, başkalarına hava atmak, kibirlenmek, zengin görünerek başkalarından saygı görmek için pahalı saatler, cep telefonları, lüks arabalar vs. satın alarak aşırı borca giren ve bu şekilde sosyal statüsünü daha yüksek göstermek isteyen kişilerin kültür seviyelerinin düşüklüğü yanında had safhada özgüven eksikliği de vardır. Deyim yerindeyse içleri tamamen boştur.

Onurlu insan, doğru bildiği bir işi yaparken başkalarının ne diyeceğini umursamaz. Gönlü daima alçak, kalbi ise herkese açıktır. Onurlu insan için ülkenin en tepesindeki kişi ile, evsiz-barksız sokaklarda yaşayan birisi arasında insani yönden hiçbir fark yoktur. İkisinin de onur, şeref, haysiyetleri dokunulmazdır (Hepsi aynı anlama gelse de artık hangisini kullanırsanız kullanın.) Aralarındaki tek fark; eğitim-kültür ve gelir seviyeleridir.

İnsan onuru üzerine konuşurken öncelikle ahlak ve erdemden de bahsedilmeli, onurlu yaşama üzerine de konuşulmalı ve bunların ayrılmaz ilişkisi ön plana çıkarılmalıdır. İnsanlar arasındaki ilişkileri, adalet, merhamet, sevgi ve saygı gibi ahlaki ve insani esaslar üzerinde yüceltmek, yaşanılan hayatta zulüm ve hukuksuzluktan eser bırakmamaktır. Çünkü Allah, her varlığı kendi yaradılışındaki amaç ve hikmete uygun niteliklerle donatmış, onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendirerek hedefini ve yolunu göstermiştir. Hatta bu konuda yüce yaradan dört kitapta da kibirlenmeyi, yalan-dolan, hile ve sahtecilikle mülk edinmeyi büyük günahlardan saymıştır:

Tevrat’ta (Yeşaya, 10:12) ”… Kibirli yüreği, övüngen bakışları yüzünden cezalandıracağım.” der,

Zebur’da (Süleyman’ın Özdeyişleri bölümü 3-4-6) “3 RAB kendisine kurban sunulmasından çok, adaletin ve hakkın yerine getirilmesini ister. 4 Küstah bakışlar ve kibirli yürek kötülerin çırası ve günahıdır. 6 Yalan dolanla yapılan servet, sis gibi geçicidir ve ölüm tuzağıdır.” diye kibirden, adaletsizlikten, yalan-dolandan sakınmayı öğütler.

İncil’de (Markos 20-23) “…İsa şöyle devam etti: İnsanı kirleten, insanın içinden çıkandır. Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir.” diye buyurur.

Kuran’da kırk ayette kibrin ve büyüklenmenin kötülüğü vurgulanır. Hatta İsra Suresi 37. Ayette “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin ne dağlara boyca ulaşabilirsin.” diyerek önceki kitaplarda vurgulananları bir adım daha ileri götürüp; yürürken dahi böbürlenme (diğer insanları küçük görme) diye uyarır.

Onur ve onurlu yaşam denince toplum olarak aklıma nedense öncelikle hep Japon ulusu gelir. Onlarda yaşamın ana gayesi onurlu bir yaşam sürmektir. Kim olduğunuza değil, ne yaptığınıza bakarlar. Her ne kadar kişisel başarısızlıkları da onursuzluk sayarak seppuku yapsalar da (Seppuku: İntihar şeklinde kendi canına kıyma. Harakiri İmparatorun emri üzerine gönderilen bir ekibin önünde kendi canına son verme.) toplumu bir arada tutan asıl güç yukarıda bahsettiğimiz gibi önce kendine sonra diğer tüm-canlı ve cansız varlıklara saygı duymadır.

Japonlarda bir insanın hırsızlık, sahtecilik, iftira, dolandırıcılık gibi bir şeyle suçlanması toplum önünde düşüklük olarak algılanır. Deyim yerindeyse bu tür bir suçlama-aşağılama ölümden de ağırdır. Onlarda zor bir durumda iken sadece kendini düşünüp stok yapmak, ihtiyacından fazlasını parasıyla dahi almak ayıp sayılır.

Japonya’da dünya üzerinde çok az görülen 2011 yılındaki 9 şiddetindeki deprem ve tsunami faciasında bile insanlar marketlere hücum edip gıda veya diğer ürünleri stoklamadılar. Herkes hiçbir şey olmamış gibi sadece günlük yiyeceğini satın aldı. Halen metrolarında bizim büyük mağazalarımız çapında kasiyeri olmayan mağazaları vardır. Girer, alışverişini yapar, paranı ilgili yere koyar ve çıkar gidersin. Kimse kimseyi takip etmediği-gözetlemediği gibi (kamera da yoktur) oradan parasını vermeden bir şeyi almayı hiçbiri aklından bile geçirmez.

Yine aynı toplumda çok zorda kalmadıkça yabancı birinden yardım istemek bile utanç vesilesi sayılır. Japonya’da uzun süredir kalmakta olan bir arkadaşına ziyarete giden bir arkadaşım anlatmıştı: Orada da dilenciler var ama kaldırım kenarında asla yüzlerini göstermiyorlar iki büklüm olarak dileniyorlar. Çok dikkatimi çekmişti. Kaldırımda yürürken önümüzde giden yaşlı bir kadın tökezledi ve yere düştü. Bizde de yardımseverlik bir meziyet ya, ondan olsa gerek hemen koştum, kadını yerden kaldırmaya çalıştım. Kadın birden elimi ittirdi ve kızgınlıkla Japonca bir şeyler söyledi. Neye uğradığımı şaşırdım, arkadaşıma “Yahu yardım etmek istedim ama kadın beni yankesici sandı herhalde?” diyerek şaşkınlığımı ifade ettim. Arkadaşım “Hayır, dostum. Bunlarda bir başkasına avuç açmak, yardıma muhtaç hale düşmek utanç vesilesi sayılır. Kadın yardım istemeden sen yardım ettiğin için kendini aşağılanmış saydı. Kızgınlığı ondandır” dedi.

Bugün Japonların ulaştığı bilim ve teknik düzeyinde bu anlayışın da büyük etkisi vardır. Onlarda üretilen bir ürünün değil ki hileli, sahte vs. olması; üretim kusuru olması bile utanç vesilesidir. Onların yüzyıllardır sürdüregeldiği ahlak-erdem, çalışma ve başkalarını ezmeden başarma azmi, en üst düzeydeki yöneticide dahi alçakgönüllü olmayı, şatafatsız sade yaşamı, yani iki sayfa olarak yukarıda belirttiğim ONURLU TOPLUM YAŞAMINI ne yazık ki bizim Ortadoğu ve Batı kültüründe dört kitap, üç dine rağmen başaramamışız.

Cenaze törenlerinde imam cenaze namazını kıldırdıktan sonra “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda herkesin ağzında aynı klişe söz vardır “İYİ BİLİRİZ!” İmam üç kere sorar ama nedense kimse aksini söylemez-söyleyemez. Mevta, toplumda yüz kızartıcı en aşağılık işleri, hırsızlıkların, sahtekarlıkların en büyüğünü yapmış olsa dahi ölüye saygısızlık olarak değerlendirip aksini söylemeyi zul sayar, aynı takiyyeyi, aynı yalanı yüce Tanrı huzurunda da tekrar ederiz “İYİ BİLİRİZ!..”

Sonuç olarak: Her canlı gibi insan da doğar, yaşar ve ölür. Bu olay, tüm canlılar için değişmez kaderin, yazgının ta kendisidir. Ne yazık ki bunu asla değiştiremeyiz. Ancak ÖNEMLİ OLAN, NE KADAR YAŞADIĞIMIZ DEĞİL NASIL YAŞADIĞIMIZDIR. İşte bunu değiştirebiliriz. Ama önce kendimizden başlamak üzere…

Savaş AYDIN