SONSUZLUK

Merhaba kıymetli okurlarım,

Hepinize “Sonsuz mutluluklar” dileyerek bugünkü yazıma başlamak istiyorum.

Yaşınız ne olursa olsun bu sözcüğü şu ana kadar kaç kez kullandığınızı eminim ki siz de benim gibi bilmiyorsunuz. İyi dileklerimizde hep “SONSUZA KADAR SÜRSÜN”, “SONSUZ MUTLULUKLAR” falan diliyoruz ya; aslında sonlu olan hayatımıza bu sonsuzluğu nasıl sığdıracağımıza dair mantıklı bir yanıtımız yoktur. Mutluluk, sağlık, başarı vs. iyi dileklerimizi mantıklı olarak “…mezara kadar…” şeklinde dilemek, ölüm gibi istenmeyen bir durumu hatırlattığı için olsa gerek pek tercih edilmiyor.

Hiçbir şeyin sonsuz dek sürmeyeceğini bilerek de olsa ekleyelim: Hayat seni nereye götürür bilinmez ama sonsuzluk yok gibi olsa da içinden gelen şey sonsuzlukla ilintilidir bence…

Sonsuzluk, sözcük anlamı olarak Türk Dil Kurumu sözlüğünde “sonsuz olma durumu, ya da sonu ve sınırı olmayan gelecek zaman” olarak tanımlanıyor.

Sonsuzluğun kendi içinde tam bir tanımının yapılamayacağı ortadadır. Zaten tanımlamaya çalışırsak yapacağımız şey sadece onu sınırlamak olurdu. Bu da sonsuzluğun anlamıyla ters düşmek demektir. Sonsuz, her şeyi kucaklayan, tanımlayamadığımız matematik, felsefe gibi alanlarda karşımıza çıkan, günlük konuşmalarımızda da sıkça kullandığımız hepimizin bildiği bir kavram aslında.

Gerçek sonsuzluk ile kurgusal sonsuzluk birbirinden ayırt edilmesi gereken önemli kavramlardır.

Sonsuzluk gerçekte var mıdır, yoksa en üstün, en akıllı varlıklar olarak bizim uydurduğumuz bir şey mi acaba? Zira sonsuzluk kavramı elinizdeki ölçü birimleri ve ulaşabildiğiniz alanla sınırlı bir şeydir. Şayet bir nesnenin, bir varlığın bitim noktasını elinizdeki ölçü veya görüntüleme, belirleme aygıtlarıyla göremiyor, ulaşamıyorsanız onu sonsuz olarak nitelendirmeniz normaldir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Elinde el feneri olan bir adam gece çölde yürümeye başlasa ve sadece geceleri yürüse; elindeki el fenerinin pili biter ama dümdüz kumlar bitmez. Onun için çöl sonsuzdur. Zira el feneri sadece 15-20 metre ilerisini göstermektedir. Onun bir an için görebileceği en uzak mesafe 20 metredir. Aynı adamın eline kuvvetli bir projektör versek bu kez bir bakışta kilometreler ilerisini görür ama yine de çölün sonunu göremez. O adam için artık çöl sonsuzdur.

Yukarıdaki örnek size saçma mı geldi? Öyleyse yaşanmış örnekle açıklayayım: Orta çağda tüm dinlerde ve toplumlarda dünyanın düz olduğuna; okyanusa sahili olan toplumlarda da okyanusun sonunun olmadığına inanılıyordu. Zira okyanusa açılıp da geri dönen olmamıştı. (Okyanusa açılan ahşap gemilerin birçoğu okyanus fırtınaları, okyanus akıntılar vs. yüzünden batmış, Amerika kıyılarına ulaşabildiği varsayılanlar ise okyanus akıntıları yüzünden geri dönememişlerdi) Hatta bu yüzden Kristof Colomb’a İspanya Kralı önce gemi ve tayfa vermemişti. Ona göre Kolomb uçuk, hatta dinsiz biriydi, sonsuz olan okyanusun sonunun olduğunu, batıya gidip doğudan gelebileceğini iddia ediyordu.

O tarihlerde sonsuz olarak nitelendirilen, daha sonra ancak bir ayda geçilebilen okyanusu şimdi 8 saatte uçakla geçebiliyorsunuz. Kim bilir bundan elli sene sonra kaç dakikada geçilir?

Uzayın durumu da şu anki bilimsel ölçülere göre sonsuz kabul edilmekte. Zira elimizdeki ölçüm aletleriyle ancak geceleyin çölde el feneriyle yürüyen adamın durumu gibiyiz. İster radyo dalgaları olsun ister ışın spektrum ölçeği ya da ışık hızı, uzayın sadece küçük bir kısmını ancak görebiliyor, ölçümleyebiliyoruz. Sonunu göremediğimiz için sonsuz kabul ediyoruz.

Kurgusal sonsuzluk, sayı dizilerindeki gibi (1, 2, 3, …∞?) gerçek hayatta tam karşılığı olmayan sonsuzluktur. Örneğin: Şimdi sesli veya sessiz olarak bildiğimiz dildeki sayıları saymaya başlasak, sonsuza ulaşabilir miyiz, ya da bu ne kadar zaman alır? Mesleği Matematik olanların dışındaki duyduğumuz en büyük rakam herhalde Katrilyondan ileri gidemez. O da herhangi bir rakamın arkasındaki on beş adet sıfırdan oluşan değeri gösterir. Matematikçiler şu ana kadar insanoğlunun kullandığı-tanımladığı en büyük rakam olarak Kenkenquagintilyon’u (10168) kabul ediyorlar. E, hani sonsuzluk? Daha ancak 168 tane sıfırlı rakamı tanımlayabilmiş yani kullanabilmişiz. (https://www.matematikciler.com/cok-buyuk-sayilarin-yazilis-ve-okunuslari-nasildir/)

Hemen ekleyelim yeri gelmişken; bazen yıl sayarsın 1, 2, 3, 4, … 20, 21, 22; bazen gün 1, 2, 3,  ….. 16.789, 167.790, 16.791…. Bazen de dakika 1’den başlar 245 bin 712…. diye gider. Saniye anlık geçer. Geçer, geçmesine ama “her an her saniye” dersin. İşte bu tekrarlar bende hiç bitmeyecekmiş gibi bir hissi, sonsuzluğu çağrıştırır.

Sonsuzluk deyip de rölative teorisine dokunmamak haksızlık olur değil mi? Aslında bu rölative teorisini biz birebir olmasa da zaman hissi olarak yaşamaktayız. Örneğin: Çok güzel bir aylık tatil bize birkaç günmüş gibi gelir, çok hoşumuza giden iki saatlik film sanki birkaç dakikalıkmış gibi gelir; ama herhangi bir ağrımız-sancımız olduğunda değil ki dakikalar; saniyeler bile geçmek bilmez. Oysa zaman her zamanki akışı içinde hiç aksamadan aynı soyut dilimler halinde herkes için aynı süre ile geçmektedir.

Yaptığımız bazı hareketlerde, iş ve duygu ifadelerinde belki abartı olsa da yaşamın kendisine, her dakikasına her zaman bir anlam yükleriz. Gerisi teferruattır, değerli dostlarım. Anlam sonsuzluğa dayanırsa, ortaya bu makale çıkar…

İnsanoğlunun varlığı itibariyle başlama ve bitimi olan ve ikisi arasındaki canlılığın devam ettiği süreye biz ömür, hayat diyoruz. Sınırlı, sonlu bir varlığın gerçek anlamda sınırsız, sonsuz kavramları tam anlamıyla idrak etmesi hakikaten mümkün değildir. Sonsuzluk kavramını anlamak hakikaten çok zor ve insan aklının kavrayamayacağı bir şey. Herkes kabullense de sonsuzluğu insan aklı kaldıramaz. Zira kendisi sonludur. 1800’lü yıllarda yaşamış olan Ziya Paşa tam da bunu vurgular şekilde “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” diye ifade ediyor.

Gerçek sonsuzlukta ise evrenin geçmişinin sonsuz olduğunu söylemek bence bir bitmişlik tükenmişlik ifade eder. Gelecek zamanın sonsuz olmasıyla bu çok farklıdır, Sonsuz geçilmez, geçilemez; “geçilir” diyen yalan söyler. Zira sonu, geçilebilecek bir bitimi yoktur, olmayan şey ise geçilemez… Bizim sonsuz zaman geçtikten sonra bu noktada var olduğumuzu söylemek sonsuz +1’in var olabileceğini ve sonsuzun geçilebileceğini söylemek olur ki bu da sonsuzun ya da sonsuza dek kelimesinin gerçek tanımına aykırıdır. Sonsuz+1 “sonlu” demektir.

Yukarıdaki paragraftan dinler veya yaradan konusunda herhangi bir vurgulama anlamında bir çıkarımda, önyargıda bulunmayın lütfen. Zira, konumuz din veya yaradılış olmadığı gibi bu yazı da din-inanç temelli bir yazı değildir. Herkesin inancı kendinedir ve benim için kutsaldır. İster en tutucu dindar olsun ister ateist, isterse putperest olsun benim için dini değil ahlakı ve diğer insanlara olan tutumu, iş anlayışı her şeyden önce gelir.

Lemniscate

Nerede görürsek görelim içimizde garip hisler oluşturan sonsuzluk işaretinin adını çoğumuz bilmeyiz. Bu işaretin adı Latince bir kelime olan Lemniscate, yani “kurdele”dir . Bu sembol İngiltere‘de zamanın Matematikçisi olarak adlandırılan John Wallis (1616-1703) tarafından bulunmuştur.

Bu işaret sonsuzluğun işareti olarak kabul edilmişse de başlanılan noktaya geri dönülmeyi işaret ettiği için ne kadar giderseniz gidin, ulaştığınız nokta başlangıç noktası olacaktır. Değişen tek şey kurdalenin yani eliptik yörüngenin boyutu ve bizim süratimiz olacaktır. Oysa bildiğimiz çember de aynı şeyi ifade eder. Bence başlanılan nokta varsa bitim noktası da vardır ve bu sonsuzluğu değil, bir turu ifade eder. Dolayısıyla bu işaret benim için sonsuzluk değil işin içinden çıkılamamayı ifade eder. 😊

Düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum. Aslında sonsuzluğun açmazına düştüğümü düşünüyorum… Herhangi bir kavramın içinde/çevresinde veya tam ortasında, genelinde sonsuzluk kavramını düşünüyorum.

Bilinmezliğe “Sonsuz” etiketinin yani sonunun bilinmemesini neden koymuşlar bilemiyorum. Acaba kolaycılığa kaçıldığından mı? “Sonsuz” yerine “Bilinmez” demek çok mu zor olurdu? Sonunun görülememesi, bilinememesinden veya bilinemeyeceğinin sonucu olan “Sonsuzluğu” kabullenişten mi? Sonsuz, kelimesinin efsaneleşmesindendir belki?

Başı olan her şeyin bir sonu yok mu fiziki kâinatta? (Başı sıfır, sonu sıfır 😊) O kâinatta bazı şeylerin sonu yok; başı var, sonu sonsuz… Başlamış ama bitmeyen herhangi bir kavram var mı? Şu an bitmemiş olsa da günün birinde bitmemesi mümkün mü, bilinmez?.. Sorarsın kendine burada cümlenin sonuna koyduğun soru işaretini; kafanda canlandırırsın ve kafanda art arda koyarsın hem ünlemi hem de soru işaretini…

Son’un sonsuzluğunda buluyorum düşüncelerimi, dertlerimi, kederlerimi… Sonsuz sayıda saysan da “Son’u” barındıran son’un sonsuzluğunu… Ve dur, etrafına bak; sonsuz sayıdaki, sondan önceki sonun birkaç tanesini hemen göreceksin.

İnsanların ne zaman öleceğini bilememesi insanlara yüce Yaratan’ın bence en büyük lütuflarından biridir. İnsanlar hiç ölmeyecekmiş, sonsuza kadar yaşayacakmış gibi davransalar da mutlak son hepimiz için kesindir ama biz onun ne zaman ve ne şekilde olacağını bilmiyoruz. Tuhaftır ki bu nedenle de rahatız… Halbuki belki de birkaç dakika sonra, daha bu yazıyı okuyup bitiremeden öleceğiz!? Her an için ölebilecek olmak ve bunun ne zaman gerçekleşeceğini bilmemek çok mu rahatlatıcı? Tamamen panik içerisinde olmamız gerekmez mi? Gerçek yanıtı inanın ki ben de bilmiyorum ve ben de sizinle aynı rahatlık içerisindeyim. Bazen sanki hiç ölmeyecekmişim gibi ölümü-bedensel mutlak sonu aklıma bile getirmiyorum. Acaba az sonra güle-oynaya binecekleri uçağın düşeceğini ve öleceklerini bilseler kaç yolcu o uçağa biner?

Bir düşünsenize; özellikle kul hakkı yiyen, onun bunun malında, namusunda gözü olanlar, doymak bilmez açgözlüler acaba ne zaman öleceklerini bilseler ne yaparlardı?

İnsanoğlu yaradılış itibariyle bilinçli-şuurlu canlılar olarak yaratıldığından yok olmayı bir türlü kabullenemez. Ölümün bir canlı için mutlak son olması, “Yok olma” değil de ruhun başka bir boyuta geçmesi, başka bir dünyada üstelik sonsuza kadar yaşama vaadi ile ancak bastırılabilmiştir. Bu nedenle tüm dinlerde ölümden sonra yaşam hep vaat edilmiştir ve insanlar yaşamlarını asırlardır bu doğrultuda düzenlemişlerdir.

Sonun “Son”undan başlayarak sonsuzluğa ulaşan o yolculuğun, o serüvenin yaklaşan başlama noktasına gidiyorum. Zaman, mekân, madde, kişi, kurum, kuruluş, atom hatta enerji boyutlarının ötesinde bu kâinat ile sonsuz olduğunu düşündüğümüz ve bilindik kainatımız gerçeklerinin çok ötesinde oluşmuş kâinata yaklaşıyorum. Gözlerin gör(e)mediği, kulakların duy(a)madığı, ellerin ell(e)mediği duyusal sınırın ötesindeki o kâinata…

Yaklaşıyorum, geliyorum, yakınım; dokunsal hislerin ötesinde sezgisel hislerin güçlendiği o noktaya… Bilinmeyen sonsuzluğun sınırına yaklaşırken kavramlar kâinatın, Fiziğin kurallarını alt-üst etmeye ve değişmeye başlıyor.

Sonsuzluk denen bilinmezin ötesinde olanların-olacakların görünmesini beklemesem de sonsuzluğun ötesinde yeni bir sonluluğun kırılım noktası bizleri bekliyor; aynen ışık gibi, Güneş gibi… Prizmatik kırılımla renklerine ve ışın demetlerine ayrılan ve bir daha toplanamayacakmış gibi görünen ışık gibi…

Ama o kâinatta bize söylenen şekliyle imkânsız diye bir kavram yok; tam aksine imkanlara açılan kavramlar var.

Beden ve maddenin ötesinde, zamanın ve mekânın çok ilerisinde, kızıl ötesi ve mor ötesinin çok uzağında, ışık tayfının çok dışında bir yer var. Sıcak suyla soğuk suyun birbirine değmediği, tuzlu ile tuzsuz suyun birbirine karışmadığı gibi koordinatsal bir düzlem.

Sonsuzluğa gelemeden bilinmeze yaklaştıkça sonsuz tane sonun geri kaldığını görüyorum. Sonsuzluk, acaba sadece sonluların sonluluklarının sonsuz kere tekrarlanmasından mı ibaret? Evrenin bir sonu varsa acaba o üst kapsayıcı evren hangi sonluluk veya sonsuzluğun içerisinde?

Sonsuzluk, içinde sonsuz hiçbir şeyin var olmadığı, hiçbir şeyin ulaşamadığı-erişemediği bir yer mi, yoksa saf boşluk mudur? Peki hava, atom, iyon elektron dahil hiçbir şeyin olmadığı saf bir boşluğu hayal edebiliyor musunuz? Yani kati yokluğun var olduğu bir ortamı düşünebiliyor musunuz? (Şu anda Higgs Bozonu ve mutlak boşluk kavramını CERN’de bizim paramızla katrilyonlar harcayarak laboratuvar ortamında araştırdıklarını söylesem sürpriz olmaz değil mi? Ne yazık ki ülke olarak CERN Uygulamalı Fizik Laboratuvarına üye bile değiliz)

Ve gelip dönüyor, başlangıç noktasında buluyorum kendimi…

Kıymetle ve sevgiyle kalın…